28 Kasım 2009 Cumartesi

Ölüm Daha Güzeldi...


Onun hastalığıyla alakalarında, bir fıkraya gösterilen yalancı merhamet gibi bir özentilik vardı.
----------------------------//---------------------------------------------------
Muhitinin senelerce sabırlı bir çalışma ile vücuda getirdiği sahte şahsiyet, asıl hüviyetinin başkaldırısına meydan vermeyecek kadar kuvvetliydi.
----------------------------//---------------------------------------------------
Bütün basit insanlarda olduğu gibi, kederden sevince, heyecandan sükûnete geçiyor ve bütün kadınlar gibi her şeyi çabucacık unutuyordu.
---------------------------//----------------------------------------------------
İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım… Ama nasıl yaşayacağım!.. Bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. Ama ben dayanacağım… Şimdiye kadar olduğu gibi…
--------------------------//------------------------------------------------------
Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim.
--------------------------//-----------------------------------------------------
Kadın, benim için, muhayyilemi kamçılayan, sıcak yaz günlerinde zeytin ağacının altına uzandığım zaman yaşadığım bin bir türlü maceraya iştirak eden, maddilikten uzak, yaklaşılmaz bir mahlûktu.
--------------------------//-----------------------------------------------------
Bir kadın herhangi bir şekilde hoşuma gidince ilk yaptığım iş ondan kaçmak olurdu.
-------------------------//-------------------------------------------------------
Kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün insanlardan kaçmıştım.
------------------------//--------------------------------------------------------
Dışarıda fısıltı halinde bir konuşma başladı ve uzun müddet devam etti. İhtiyatla sorulan suallere incitmeden cevap verildiği ve bu izahın, inanmaya azmetmiş kulaklarda yumuşatıcı tesir yaptığı anlaşılıyordu.
------------------------//---------------------------------------------------------
Hayır, artık tamamen değişecektim…
------------------------//----------------------------------------------------------
Ben gene eskisi gibi dünyadan uzak ve daima tasavvurlarımın ve iç dünyamın oyuncağıydım.
-----------------------//----------------------------------------------------------
Kalbim ufalanıyormuş gibi ağrımaya ve süratle çarpmaya başladı.
-----------------------//----------------------------------------------------------
Acı acı güldüğümü hissettim. İnsanlara olduklarından başka gözlerle bakmakta ısrar edişime içerliyordum.
-----------------------//-----------------------------------------------------------
O soluk insan yüzüne kitaplar dolduracak kadar çok manalar vermiş, onda hakikatte asla mevcut olmayan vasıflar bulmuştum.
-----------------------//-----------------------------------------------------------
Yüzünde yama gibi duran gülümseme, ortadan kaybolmak için küçük bir fırsat bekliyor gibiydi.
----------------------//-----------------------------------------------------------
Bir aralık içimden cızzzzz diye bir şüphe geçti.
----------------------//----------------------------------------------------------
Sonra, şimdi ne yapmalı diye kendi kendime sordum
Bir müddet sustuk… Kafamın içinde ona söylenecek uçsuz bucaksız şeyler bulunduğunu hissediyordum, senelerce söylense bitmeyecek şeyler… Fakat hiçbiri şu anda aklıma gelmiyordu.
---------------------//------------------------------------------------------------
“ Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…”
“ Anlıyorum, anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçükten beri…”
“ Ben de yalnızım “ dedi. Bu sefer benim ellerimi avuçlarının içine alarak “ boğulacak kadar yalnızım… Diye devam etti, “ Hasta bir köpek kadar yalnız…”
---------------------//-----------------------------------------------------------
Demek beni anlamaya çalışacaksın? Fena fikir değil… Fakat bana öyle geliyor ki, boşuna emek!..
--------------------//-------------------------------------------------------------
Sizi neden geri çağırdım hala anlamadınız mı? Anladım anladım… İşte geliyorum, diye kollarına atılacaktım. Fakat içimde, bu histen çok daha kuvvetli bir yıkılma, bir şaşkınlık hatta bir bulantı duydum. Kıpkırmızı kesilerek önüme baktım. Hayır, hayır! Ben bunu istemiyordum!..
-------------------//--------------------------------------------------------------
Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
------------------//----------------------------------------------------------------
Ona söyleyecek ne kadar çok şeylerim vardı… Bunların, bütün ömrümce konuşsam bitmeyeceğini sanıyordum. Çünkü bütün ömrümce susmuş, zihnimde geçen her şey için “Adam sende, söyleyip de ne olacak sanki? “ Demiştim.
-----------------//----------------------------------------------------------------
Göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım… Hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değil…
-----------------//---------------------------------------------------------------
Hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. İnsanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilir, üst tarafını uydururlar ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar. Hâlbuki mümkün olanla kanaat etseler, hayallerindekini hakikat zannetmekten vazgeçseler bu böyle olmaz. Herkes tabi olanı kabul eder, ortada ne hayal sükutu, ne inkisar kalır.. Bu halimizle hepimiz acınmaya layığız; ama kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur…
-----------------//-----------------------------------------------------------------
İçimde sevinçle hüzün arasında garip bir hal vardı.
-----------------//-----------------------------------------------------------------
Benim beklediğim aşk başka dedi. O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkânsız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!
----------------//------------------------------------------------------------------
İstemiyorum. Kendimi herkesin akıllısı veya duygulusu yerine koymak istemiyordum. İç ve gül!..
----------------//------------------------------------------------------------------
“Maria“diye fısıldadım. Nasıl oluyor da bir insan diğer bir insanı bu kadar çok mesut edebiliyor?.. İnsanın içinde ne müthiş kuvvetlerin saklı olması lazım!..
----------------//------------------------------------------------------------------
Fakat hakikat ne kadar başka… Hava her zamanki gibi kapalı; odan soğuk… Yanımda her şeye rağmen bana yabancı, bütün yakınlığına rağmen benden ayrı, benden başka bir insan… Adalelerimde yorgunluk ve başımda ağrı…
----------------//------------------------------------------------------------------
Haydi artık git… O kadar yalnız kalmak istiyorum ki…
----------------//-----------------------------------------------------------------
Yalnız içimde müthiş bir boşluk hissi vardı. Hayatımın en dolu, en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti.
-----------------//----------------------------------------------------------------
Ona hakikaten dargın değildim. Asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. Bunun böyle olması lazımdı diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar pek acayip mahlûklardı.
-----------------//-----------------------------------------------------------------
Bunun böyle olması lazımdı. Fakat Maria’nın da dediği gibi, yapılacak bir şey yoktu; hele benim tarafımdan…
-----------------//-----------------------------------------------------------------
Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu.
------------------//----------------------------------------------------------------
Çocukluğumda kurduğum hayallere benzemeyen, fakat onlara nazaran daha delice, daha saçma ve daha kanlı şeyler tasavvur ediyordum. Gece, tam onun Atlantik’te numara yaptığı sıralarda, kendisini telefona çağırmak, rahatsız ettiğim için af diledikten sonra, kısaca veda ederek, mikrofon başında kafama bir kurşun sıkmak, ne güzel olurdu! Bu müthiş sesi duyunca, evvela ne olduğunu anlamayarak bir müddet duracak, sonra deli gibi “ Raif! Raif! ” diye bağırıp benden bir cevap almaya çalışacaktı. Yerde son nefesimi verirken ihtimal ki, bu sesleri de duyar ve gülümseyerek ölürdüm. Benim nereden telefon ettiğimi bilmediği için çaresizlik içinde çırpınacak, polise haber veremeyecek ve ertesi gün elleri titreyerek gazeteleri karıştırıp, esrarı çözülemeyen bu facia hakkında tafsilatı okurken kalbi nedamet ve yeis içinde çırpınacak, ömrünün sonuna kadar beni unutamayacağını, kendimi kanla hatırasına bağladığımı anlayacaktı.
--------------------//---------------------------------------------------------------
Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. Gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim.
--------------------//--------------------------------------------------------------
Hayatımızın, bir takım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu, çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret olduğunu görüyordum. Bizim mantığımızla hayatın mantığı asla birbirine uymuyordu. Bir kadın, trenin penceresinden dışarı bakabilir, bu sırada gözüne bir kömür parçası kaçar, o ehemmiyet vermeden bunu ovuşturur ve bu minimini hadise dünyanın en güzel gözlerinden birini kör edebilirdi. Yahut bir kiremit, hafif bir rüzgârla yerinden oynayarak, devrin gıpta ettiği bir kafayı parçalayabilirdi. Göz mü mühim kömür parçası mı, kiremit mi mühim kafa mı, diye düşünmek nasıl aklımıza gelmiyorsa ve bütün bunları nasıl hiç mütalaa yürütmeden kabule mecbursak, hayatın daha başka türlü bir çok cilvelerine de aynı tevekkülle katlanmaya mecburduk.
----------------------//-------------------------------------------------------------
Niçin bu kadar dümdüz ayrılıyorduk.
-----------------------//------------------------------------------------------------
Maria Puder merdiven basamağına atladı, sonra bana eğilerek, yavaş bir sesle, fakat tane tane: “ Şimdi gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan gelirim.” Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir an durdu ve ilave etti: “ Nereye çağırırsan gelirim.”
----------------------//------------------------------------------------------------
Şüphelenmeye, vesveselenmeye hazır olan zihnim, bin bir türlü ihtimallerle beni kıvrandırmaya başladı.
---------------------//-------------------------------------------------------------
Artık her satırdan, her yarım kalmış ifadeden, her şakadan bir takım manalar çıkarıyor ve deliye dönüyordum.
---------------------//------------------------------------------------------------
Bütün yazdıklarım boşa gitti ve bütün korktuklarım doğru çıktı.
----------------------//----------------------------------------------------------
O bile böyle yaptıktan sonra!.. Diyordum.
---------------------//------------------------------------------------------------
Öyle ya… Bir ayrılık anında, basit bir heyecan şevkiyle verilmiş bir sözü tutmamak için en kolay çare, münasebeti hiç münakaşasız kesivermekti. Postaneden mektuplar alınmaz… Cevap verilmez… Var zannedilen şeyler bir anda yok oluverirdi.
-----------------------//------------------------------------------------------------
Bazen kendimi bir müddet için unuttuğum, bir insanda kendime yakın taraflar bulduğum oluyordu. Fakat kafama, çıkmaz bir şekilde yerleşmiş olan o korkunç hüküm, derhal kendini gösteriyor; “ Unutma, unutma ki, o sana daha yakındı… Buna rağmen böyle yaptı… ” diye beni hakikate davet ediyordu. Herhangi bir kimsenin bana bir adıma kadar yaklaştığını görüp ümitlere düşsem, hemen kendimi topluyor: “ Hayır, hayır, o bana daha çok yaklaşmıştı… Aramızda artık mesafe bile kalmamıştı. Fakat işte sonu! ” diyordum. İnanmamak, inanmamak… Bunun ne kadar korkunç olduğunu her gün, her an hissediyordum.
----------------------//-----------------------------------------------------------
Dünyada bir tek insana inanmıştım. O kadar inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Ona kızgın değildim. Ona kızmama, darılmama, onun aleyhinde düşünmeme imkân olmadığını hissediyordum. Ama bir kere kırılmıştım. Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.
---------------------//------------------------------------------------------------
Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, “ Bu böyle olmayabilirdi! ” Düşüncesi, yoksa mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
-----------------------//-----------------------------------------------------------
Sonuç: Kaderi zorlamamak gerekmiş…
-----------------------//------------------------------------------------------------

ÇIĞLIĞINIZ İÇİNİZDE KALDI MI?

Sizin hiç çığlığınız içinizde kaldı mı?
Sözleriniz hiç boğazınızda düğümlendi mi?


İstemek ama yapamamak, Kararınızı verirsiniz ama ayaklarınız size hep karşı gelir. Bazen o kadar çok ezilir ki insan, içindeki duygular kalbini sıkıştırır.

Siz hiç bastıramadığınız bir duyguyu lanetleyebildiniz mi? Konuşamamak ve içindekileri telâffuz edememek ne kadar zor değil mi? Engelleyememek bir şeyleri, sadece seyirci kalmak ne kadar acı verici…

Siz hiç birine “GITME” diyebildiniz mi? Ne pahasına olursa olsun gururunuzu bir kenara fırlatıp “N’OLUR KAL” diyebildiniz mi?

Sevilmek insanlara acı mı veriyor ki, insanlar çoğu zaman sevgiyi ellerinin tersiyle iterler? Size soruyorum; hiç bazı duygular içinizde kaldı diye ağladığınız oldu mu?

Ağlamak çoğu zaman rahatlatır kalbi… Peki ya ağlayamamak?

Bazen öyle zamanlar gelir ki gözyaşı akamadan buz olup düşer gönüle. Ağlayabilmek bir nimettir bence… Kelimelerin anlatamadığı çoğu şeyi o kadar iyi anlatır ki bir başkasının yüzüne…

Bir de gurur girmese işin içine… Gurur ağlamayı kabul etmez hiçbir zaman sindiremez! Bu yüzden mi insanlar, ağlamamak için parmağını ısırır çoğu zaman?

“Bazen dünyaya sırtını çevirir ya insan,
Ama bilmez ki asla dünyanın haberi olmaz bundan…”

Hiç itildiğiniz halde, daha çok istediniz mi bir şeyi? Daha fazla üşümekten ve daha fazla korkmaktan korktunuz mu daha önce? Bazen çok sevmek zehirler insanı işte böyle…

“Ama hayallerim vardı benim” diyerek haykırmak gelir ya bazen insanın içinden… Kendin de diyorsun işte onlar sadece senin hayallerin, başkasının değil… Kimsenin umurunda olmaz bu yüzden

NE SÖYLERSEN SÖYLE…

GİDECEK BİR ŞEYLER ELBET GÜNÜN BİRİNDE…

SADECE HAYALLER KALACAK SENİNLE…

VE KIRILMIŞ HATIRALARIN PARÇALARI ELİNDE…